01/02/2004 Parmakkaya Kış Denemesi, Kızılkaya Batı Yüzü/Aladağlar – Alper Işın Duran, Ali Değer Özbakır, Ozan Onur

Tarih: 01/02/2004

Ekip: Alper Işın Duran, Ali Değer Özbakır, Ozan Onur

Yer/Bölge: Aladağlar

Rota: Parmakkaya Kış Denemesi / Kızılkaya Batı Yüzü

Rapor:

Öyle bir dert ki başa gelen anlatmaya ne hacet. Gidiyoruz hadi dersiniz alışveriş listesi bitmez, istediğiniz güne bilet almak için çabalarsınız olmaz. Hazırlanırsınız toparlanırsınız arkada birşey bıraktım mı paranoyası, ah bir de hava kahpelik etmese … Sonunda atarsınız adımınızı sokağa, bir bakmışsınız önünüzde yol uzanıp gidiyor. Gidiyor da, bir de ördek toplayan muavinin tabure ikram ederek karşıladığı kürek mahkumu amcaların oluşturduğu orta sıra. . . Sabah beş sularında solunuzda Hasan’ın muhteşem görüntüsü, Çamardı minibüsüne bindikten kırk dakika sonra silueti seçilen Erciyes. Sonunda Martı Deresi yol sapağı ve önünüzde yükselen yalçın kayalar. Beklentiler hat safhada eğer bir de hava açıksa. Aniden bir korku belirir içimde, siriusler görünürde mi diye. . . ve kaç kere eli boş döndüğümü hatırlarım dağlardan kış vakti. “Şehirde başlayıp şehirde biter,” bir kaç gün yaşamak orada omuzlarına aldığı yük altında boynu bükük, aklı hala başka yerlerde. . . farkına varana kadar yerine getirmesi gereken sorumlulukları geri döndüğü için geçen ara zaman. . . başlı başına bir girişim burada anlatılan. Sirk kaçkını gibi bir surat ve yamulmuş yürüyüş yolunda olmayan birşeyleri anlatıyor sanki. Bitmiyor işte, hep bir sonrakinin arayışı. “Demirkazıktan ne güzel gözüküyor şu Kızılkaya! Acaba Kızılkaya’dan nasıl gözüküyordur Demirkazık?” “Çok güzelmiş de bence Kaldı daha bir dik başlı duruyor. . . hangi taraftan acaba bu sefer. . .” Zirvelere doğrultulan parmaklar, bulutların örttüğü vadiler dünyasından omzunu kaldırmış sırtlar. Bazen bir resim insana neler yaptırıyor. Raporlanacak ana hatları göz önünde bulundurursak söylenecek şeyler belli: Kar durumuna göre şu saatte kalktık şuradan kızıl çarşağın dibine geldik. Kar sertti, “iyi iyi” dedik. Sert olsun. Sırt hattına kadar çıktık, 2700m. civarındaki yol ayrımının sol kolunu takip ederek. Sağdan da geriye döndük akşam vakti, vadi tabanını izleyerek. Sırt vahşi görünümlü, Kızılkaya’nın dillere destan zayıf kayasında “nasıl gidilecek acaba?” serzenişleri. Avutuyoruz kendimizi yukarı çıkarken tırmanışın kolay inişin zor, inerken inişin kolay tırmanışın zor kısım olduğunu söyleyerek. Ne de olsa en önemli silahlarımızdan biri motivasyonumuzun yüksek olması. “Ben kız arkadaşımı özledim.” Hadi devam. “Burayı nasıl geçtin?” “Korkma krampon tutar?” Her geriye dönüp bakışta aynı katı sonuç, burayı bir de geri döneceğiz. Varılan en yüksek noktada bir fotoğraf, arta kalan son 20 m.’ye acı bir bakış. Saat geç oldu dönmek lazım. Bir son fotoğraf. Hava kararıyor ve iniş. Dikkatli olmak lazım tabii yumuşayan karda ilerlerken. Oturtmayacaksın tabanı, iyi dinlemek lazım, kulağınla yürüyeceksin kulvardan. Sonra kenardan kenardan, arayı açarak. Ama Dağ akıllı, bir sis çıkartır karşına ne mesafeyi dikkat edebilirsin ne de yeri dinlemeyi sürdürebilirsin. “Şuraya bivak atalım amman. . . dağılsın, devam ederiz”, “Hem ay da yükseliyor”, “Kramponlarla bivağa girme!!” “Çıkmıyo işte bilmemnenin oğlu! Girmiyorum ben içeri”. Acaba merak ettiler mi? On sekiz saattir rotadayız. Neyse son bağlantıda haber verdik ya ineceğimizi.” “Hangi hayvan kesmiş bu tabakayı!” Bir önceki gün geliyor aklıma hemen. Kış teknik eğitimi. . . işin inceliklerini giriliyor yavaş yavaş. Efendim bu kazma. Şöyle tutulur, dikkatli kullanılır normal koşullarda . . .ama eğer düşüleceği varsa . . . Detaylar detaylar. Eee bu spor detaylarda saklı. Sabahtan öğlene kadar kaymakla bu işin “kazma ile düşerken durma ve ayağa kalkmaya giriş” kısmı atlatılıyor. Kulvarlar gıcır.
“- Sağdakinden değil de soldakinden kaysam . . . olmaz mı?
– Olmaz
– Peki biraz aşağıdan kaysam, rampa var da . . .
– Bak o olur!”
Zaiyatımız dört kişi. İki ayak sorunu, diğerleri ise dudak patlaması ve dil kemirme. Kulvar kırmızı lekelerle döşenmiş. Protokol kayıyor aşağı. Sırada emniyet sistemleri ve iniş, indirme teknikleri. Tek, çift kazma. Dülfer ve yarım kazık, ayaktan indirme vesaire.
” -Herkes denedi mi?
– Evet.
– O zaman biraz daha kayalım.”
Çadırlara dönüşü simgeleyen A320 motorunu andıran benzin ocakları. Niğde’den Pozantıya gidecek olan Türk Hava Yollarına ait XGK sefer sayılı uçak Akşampınarı Vadisine inmiştir. Mmm. VIP’de ziyafet varmış diyorlar. Ben “Yağda kavrulmuş şehriye içine kavurma istiyorum. Pek leziz.” “-İçecek olarak ne arzu ederdiniz?”, “Buzlu çay kafi sanırım.”

Tekrar rotadayız. Sis dağılıyor gibi. “Hadi inelim. Acaba geldiğimiz yer neresiydi? Şurası mı!! Çok yukarıda be ora. Daha aşağı da olması lazım!!” Hep böyle oluyor. Heryer birbirine benziyor. Hafıza ne biçim oyunlar oynuyor insana. Geçtiğimiz yerde de aynı duvar vardı. Ahh arkama neden bakmam ki çıkarken. Şöyle alıcı gözüyle. “Bakalım Parmak kaya hizasındaydı ama Kaldı gözükmüyordu. Ben 2300’ler diye hatırlıyorum ama. İnelim de nasıl çıkarız geri tekrar yanlış adresse.” Karasay yanımda, dolunay berimde önüm arkam sobe. “İzlerde pek gözükmüyor! Ahh şurada bir ton farkı var ne o?! İz mi!.” İnişe devam, ne kadar yorulmuşum. Biz bu kadar yolu ne zaman yürüdük? Diyorum ya hep aynı replikler. Yıllardır dillerden düşmeyen sözler. Bir şarkı bestelesem fena olmaz belki.

“Arkana bak ki kaybolmayasın,
Kendini bil ki geri dönesin
Rotalar hep benzer birbirine
Sırt çantana mutlaka bir çift DAHA çorap koy!”

Bizi karşılayan müthiş bir ekip. Ocaktan yeni alınmış bulgur. “İçinde soğan ve domates de mi var ben mi yanlış algılıyorum.” “Ah şu krampon da bir çıksa. Donup yapışmış meret.” İnsan kampa dönünce bir tatlı huzur yayılıyor kar duvarları arasından. [Meşin kırbaç, yağız atlar] Çadıra giresim yok pek. Şu dışarıyı bir düzenleyelim. Sıcak su yapalım. Hava da ne sıcak acaba kaç derece? Oo sıfırın altında mı?! Biraz sonra donacaz. Şu Parmakkaya da ne güzel gözüküyor! 3 Şubat Salı, kaptanın seyir defteri. Saat 7:00 Güneş doğduktan sonra yola çıkmaya karar veriyoruz. Yolumuz göründüğü gibi kısa değil. Firikşınlar iki kademe ile bağlandı. Alt sıkarsa altın bağları gevşetilecek. Ekip arkadaşlarımı bilmiyorum ama bu ayakkabılar bile bana acı vermeye yeterken şu ufak nesneyi giyersem herhalde Parmakkaya’nın bir kaç tane daha parmağı olacak. Saat sekiz gibi yola koyulmalıyız. Güneşe rotaya vurduğu an fırlayacağız. Kaptanın seyir defteri, saat 9:40 Tırmanışa başlıyoruz. Alper bey turuncu yün tozluklarıyla yetmişlerden fırlamış. Bir de çiçekli tayt giyse. Ne kadar da yüksek yahu bu kaya. Zirveden acaba nasıl görünüyordur etraf! Kaptanın seyit defteri, saat 17:00 Dönme vakti geldi. Yanlış yerden başladığımız için emniyet olanağı az olan bir rota çizdik. Umarım merak etmemişlerdir. Ayaklarım dondu galiba… neyse, artık doğru rotayı biliyoruz. Yazın gelmek şart. “Sanırım bütün gün uyuyabilirm.” “-Ben de.” “-Ben de.”

Artık faaliyet sonlanmaya yakın Aladağlar mevkiinde. Güneşli hava yerini bulutlara bırakıyor. Cuma sabahının ilerleyen saatlerinde Akşampınarı vadisinden inen bir çığ sesi. Umarım kimse o tarafta değildi. Yavaş yavaş atıştırmaya başlayan kar. Ve sonunda hep alışık olduğum o beyaz ve gri hakimiyetinde kendini gizleyen kireç taşının puslu görüntüsü. Acaba nasıl Sarımemetlere indireceğiz Cem’i. Ayağı nasıl. Çantası ne durumda? Umarım soğumamıştır dağlardan, dağcılıktan. Rıza’nın da ayağında bir problem var. Dur bakalım göreceğiz. Alper bir perlonla bağlıyor sırtına çantayı. Etrafta bir malzeme panayırı. “Bu çantaya bu nasıl girer! Uff keşke hedikleri almasaydık.” Sarhoş adam evini hep bulur misali, toparlanan kampın artıkları da mutlaka şehri görür. Buraya gelirken şu tepenin altında, bir kilometre kaldı numaraları ile dört buçuk saat yürüyen ekibimiz artık biliyor yolun ne kadar olduğunu. E rapordur belirtmekte fayda var. Sarımemetler Yurdu ile Akşampınarı arası mesafe tam 3,5 kilometre efendim. Ona göre kendinizi ayarlayın. Gidiş ve geliş hep bir koşuşturma. Acaba otobüsü yakalar mıyız? Acaba yemek yer miyiz? Acaba telsiz buradan çeker mi? Uç uca eklenen olay dizgeleri: S.Memetlere gel, minibüse bin, otogara gel, otobüse bin, hareme gel minibüse bin,
şuraya gel surada in, evine gel ayakkabını dışarıda çıkar. Sonra, malzemeni toparla, bakımını yap, okuluna git, dersini dinle, evine gel , ve kendini Arkadia’nin kucağına bırak.

Sürecin kendisi bir yerlere götürüyor kişiyi. Daha neler neler oldu.
Söylenenlerin ardından ikinci bir devre başlıyor şimdi. Retrospektif. Banyodan çıkan diyalar üşütmesin diye hemen çerçevelenmeli. Uygun sıcaklıkta saklanmalı. Düzgünce sıraya dizilmeli ve gösteri zamanı.

Koşullar her geçen gun değişiyor bizim için ama dağ yalnız ve mutlak. Doğal sistemlerin arasında anomalilere karşı yanıt verme süreleri bakımından kayaç düşük değere sahiptir.

Ve geriye kalanlar. . .
En yakın tatil ne zaman acaba?Şu Torasan bölgesine nasıl giderim ben? Şu ayakkabı ne kadar? Cilolar acaba bir daha açılır mı?