17/06/2000 Küçük Demirkazık Doğu Yüzü Kaza Raporu/Aladağlar – Burak İzmirlioğlu, Cansın Yaman Evrenosoğlu

Tarih:  17/06/2000

Ekip: Burak İzmirlioğlu, Cansın Yaman Evrenosoğlu

Yer/Bölge: Aladağlar

Rota: Küçük Demirkazık Doğu Yüzü

Rapor:

Finallerin bitmesiyle soluğu Aladağlarda almıştık Demet ve Barış (optik) ile beraber birkaç gün Cımbarda kaya tırmanacaktık. Sonra Cumartesi İtüdak 2000 yılı üyeleri gelecek, ekip ile dipsiz göl mevkiinde buluşup, yarım kalan kış teknik eğitimlerini tamamlayacaktık. Tabi öncesinde, Cansın ekipten 3-5 saat önce gelecek ve biz bir koşu K.Demirkazığa çıkacaktık. Barış, Gökhan ile Kale Tepe’ye gidecek, Demet ise gelen ekibi karşılayıp dipsiz göle götürecekti. Tabi bir de aynı gün K. Demirkazığın öte tarafından (Apışkar’dan) Kaan-Evren ve Serhan çıkmayı planlıyordu. Sınavlar bitince insanlar ne yapacağını şaşırıyor tabi…

Cumartesi günü sabahın köründe Cansın geldi, saat 10:40 da Arpalık’tan hareketlendik. 12:40 ta ise biraz soluklanıp, yemeğimizi yiyip serin suyunu içtiğimiz Tekepınarı’ndan yükümüzün büyük kısmını da bırakarak (sikkeler dahil!) yola koyulduk. Nasılsa inip eğitim için gelecek ekibe katılmak için Dipsiz Göle gidecektik. Saat 16:00da zirvedeydik. Evet bu ne biçim faaliyet raporu diyenler için söyleyeyim; bizim için faaliyet zirveden sonra başladı.

Zirvede çekilen bir kaç foto ve bir iki atıştırma yaptığımız 5-10 dakikadan sonra iniş için hazırlandık. Yani çantayı sırtıma aldım. Yanımıza içersinde ~1/2 l. su, 2 ufak sandviç, 100 gr. kadar fındık, 2 gofret,1 kafa feneri, 25m. 8mm.*2 statik ip, 1 set telli takoz, 6-7 parça perlon, 2-3 yardımcı ip, 5 Express, 5 kilitli karabina, emniyet kemerleri, 2 adet hms, 1 adet 8li olan çantamda bivak torbamız da mevcuttu. Kafamızda ki kasklarımızı saymıyorum tabi.

Zirveden inişe geçtiğimizde aynı gelirken ki gibi ekibe yetişmek için acele ediyorduk. Nasıl zirve kutusunu gördüğümüzde koşmaya başladıysak inişte de sağa sola bakmadan ilk patikamsı yerden aşağıya koşturmaya başladık. Çıktığımız rota olmadığını ikimizde adımız gibi biliyorduk ama ses etmiyorduk. İlk 30-40 m. kolay tutamak ve basamaklardan oluşan etabı hızlıca indikten sonra K.Demirkazık bize kuzey yüzünü göstermeye başladı. Yeterli teknik malzememiz olduğunu düşündüğümüz için “nasılsa buradan da ineriz” hissiyatıyla ipi açıp bulduğumuz kum saatinden emniyetle aşağıya yağladık. Ancak sevgili dostum Cansın ipin düğümünü açmadan diğer ucunu çekince ip istasyondaki perlona sıkıştı. Riske alıp yukarıya tırmanamadık. Yükselebildiğim kadar yükselip ipin ~20. m.sinden kestim. 2. ip inişimiz için de bir kum saati bulmuştuk. 30 m. İp ile önümüzde ne zorlukta olduğunu bilmediğimiz yerlere doğru iniyorduk. Ama umut işte “şurayı geçince düzeliyo” düşüncesiyle 15 m.lik bir iniş yaptık. İpi almak için çektiğimde terlemeye başlamıştım. İnanamıyordum ip gelmiyordu! Ağlamama ramak kalmıştı.. “nasıl gelmez abii!!” yok gelmiyor. Yapmadığımız şey kalmadı. Ya tırmanıp ipi kurtaracağız ya da Demet’in hediyesi çakımla ipin bağırsaklarını bir kez daha deşecektim. Zor bir yerdi ve statik iple ipin tersinden orayı botlarla lider çıkmak ikimizi de yemedi. Ve nitekim cerrahi operasyon kaçınılmazdı. Yine kestik. Elimizde 10-12 m. lik 8mm.lik ipimiz kalmıştı.

Biz hala o akşam aşağıya ineceğimizi düşünüyorduk. Aşağıya baktığımızda eğimi giderek azalan bir set görüyorduk ve geriye kalan yerlerde III- IV derecelik nispeten kolay yerler olacağını düşünüp yavaş yavaş acele ediyorduk. 15-20m. ipsiz bir geçiş yaptık. Cansın kendini bir babadan emniyete aldı ve beni emniyetli bir şekilde alt tarafta geçirdi. 20-25 derece eğimli 3-4 metre uzunluğunda çarşaksı, rahat bir yerde oturdum. Emniyet alabileceğim bir yer yoktu. Hala ipteydim. Cansın yanıma inmeye başlamıştı. Sesini duyuyordum, onunda hala ipte olduğunu sanıyordum. (Hala emin değilim ipin ucu Cansın’ın emniyet kemerine bağlımıydı). “Yanına geliyorum” diye bana seslendi. “dikkatli ol! Cansın” dedim ve kafamı çevirdiğim an Cansın’ın aşağıya doğru düşen bedenini gördüm. Yanımdan geçerken yüz üstü sürükleniyordu. Elimi uzatırken onu tutmak için değil aşağıdaki 30 m.lik duvardan beraber uçmak için uzattığımı biliyordum. Elimi uzatırken hiç tereddüt etmedim, nasılsa iple birbirimize bağlıydık (sanıyorum!) ve ne bizi tutan ne de bizim tutunacağımız bir yer vardı. Ve her nasıl olduysa Cansın durdu..İnanılmaz bir şeydi. Kendi mi durdu, ben mi durdurdum yoksa ilahi bir bir güç mü durdurdu bilmiyorum ama durduktan sonra haykırdığım sözleri gerçekten hiç bir daha söylemek istemiyorum. Zangır zangır titremeye başladım.

Kısa sürede kendimizi toparladık. Elde 10-12m. ip ile ~30 m.lik bir duvarın üzerinde bulduğumuz bir çatlaktan aşağı iniş yapacaktık. Saat 20:00 idi 20:30da hava tamamen kararıyordu. Tek bir kafa lambamız vardı, tabi Cansın kavanoz dibi gözlüklerini bırakıp numaralı güneş gözlüğünü alması gece inişi için mükemmel(!) bir seçimdi. İnişe, içinden ve dışından -daha sonra güneşin altında kavrulurken hayalini kuracağımız- şelale gibi sular akan genişçe bir çatlakta riskleri optimize(!) edecek şekilde tek bir telli takoz yerleştirerek başladık. İnişin biraz zor olacağını anlamıştım. Ancak ne kadar zor olabileceğini anlayamamışım. Ve ilk inişi (5-6m.) yaptım. Duş alarak takoz yerleştirecek yer arıyordum. 2 numaralı telli takoz’u yerleştirdim. Çekiyorum gelmiyor. Ama çok korkuyordum ve kontra için hiç bir yer yok!! Bir yandan sikkeleri bıraktırdığı için Cansına küfür ediyor bir yandan da takozu denemek için ipten çıkmadan takozun üzerine yatmaya çalışıyordum. Tabi Cansın’ın bundan haberi yoktu. Takoza yüklendim “patladı”. Bir parça bağırınca olaylardan haberi olmayan ve hava karardığı için zaten göremeyen Cansın benim düşüp gittiğimi sanmış. Ufak çaplı bir travma geçirdikten sonra, “Buraak” diye bağrışına “iyiyim..iyiyim” diye cevap verdim. Sonra yanıma inip sırtıma oturdu.

3 Takoz 1 babadan oluşan 4 istasyon ve toplamda 4 inişten sonra o duvardan kurtulduk. Biraz aşağıda küçük bir kar-buz kulvarına vardık. Bir kar babası yapıp biraz daha indik. Oldukça eğimli nispeten kuru bir yer bulup kendimizi emniyete alıp bivağa girdik. Ancak sırılsıklam olduğumuz için titriyorduk. Islak olan ayakkabıları ve çorapları çıkartıp ayakları çantanın içine soktuk. Sandviçleri yedik bitti. Saat 22:22 idi çok iyi hatırlıyorum. Biraz da fındık attık ağzımıza. Gece boyunca titredik. Bivak sürekli kayıyordu. Lanet okuyordum, Cansın’a uyup o ana kadar hep yanıma aldığım tulumumu almadığım için. Sabah olmak bilmiyordu. Çok susamıştım. Yanımızda bir pet şişe içerisinde 2 parmak kalmış su vardı. Heyecandan su akan yerlerde pet şişeye su doldurmak aklımıza bile gelmemişti. Suyu botumun içine koymuştum, botu da bağcıklarından emniyet aldığımız yardımcı ipe bağlamıştım. Bir yudum su almak için şişeye uzandım, bot devrildi, şişe “tangır tungur” aşağıya yuvarlandı!

Cansın irkildi :-nooluyo

Ben ne diyeceğimi bilemeden: – yok bişey Cansın sen uyu!

İçebileceğimiz son yudumları da heba etmiştim…

Saat 04:00 civarı hava aydınlanmaya başladı, 05:30da yukarıdaki kayalara güneş vurmaya başladı. Saat 06:00 olduğunda altımızdaki kaya kütlesi güneşi görmeye başlamıştı. Oraya indik, çorapları sıkıp güneşe koyduk. Ayakkabıları kuruturken birer avuç fındıkla kahvaltı yaptık. Bulunduğumuz yer 2 kulenin arasındaydı, aşağıya tam olarak hakim değildi bu yüzden hala 20m. aşağımızdaki setten sonra ipsiz iniş yapabileceğimizi düşünüyorduk. O sete indiğimizde aşağının nasıl olduğu anlaşıldı. ~200m.lik duvarı görünce gerçekleri anladık.

Tüm gece ıslaklık ve soğuktan titredikten sonra bir yandan güneşin karşısında mayışmış ısınırken diğer yandan ise bulunduğumuz yerden nasıl inebileceğimizi düşünüyorduk. Ancak ikimiz de buradan yardımsız inemeyeceğimiz fikrinde birleşmiştik. Bunları düşünürken şansımız varmış ki, eğitim için gelen İtüdak ekibini dipsiz göl yolunda vadi tabanında ilerlerken gördük. Islık, bağrış ve bivak sallama ile saat 08:00da kendimizi fark ettirdik.(tabi telsizleri de yük olmasın diye almamıştık!!!) Saat 10:00da haber Ankara’ya ulaşmış. Vadi içine kamp atan arkadaşlarımızı kim bilir ne duruma soktuk diye düşünürken eğitimin olamayacağı için de kaygılanıyorduk. Yanıyorduk, kavruluyorduk, su yoktu. Saat 12:00 de güneş üstümüzden çekildi. Bulunduğumuz yer vadiye cephesi olan ~2m2 ancak altında negatif duvarın başladığı bir setti. Kendimizi emniyete almış bir şekilde aşağıyı seyrediyorduk. Bu defa titremeye başladık yine. Saat 16:00 gibi kampta bir hareketlenme oldu. Ankaralı kurtarıcılarımız kampa ulaşmışlar. Zaman geçmek bilmiyordu. Köşeye sıkışmıştık, ağaca çıkmış ve inemeyen bir çocuk gibi hissediyordum. Saat 20:00 olduğunda hava iyiden iyiye kapadı ve öyle bir sis bastırdı ki neredeyse Cansın ile birbirimizi göremez hale geldik. Bivağın içine girdik -emineyetteyiz tabi- tam yol titriyoruz. Dışarıda yağmur-dolu karışımı yağış başladığında kabus bir geceye daha merhaba demiş olduk. Dışarıda yağmur, içerde nefesler kısa sürede yine sırılsıklam bir şekilde titremeye başladık.

Tek dileğim sabah havanın açmasıydı. Tüm gece titreyerek geçti. Saat 05:00da yine hava aydınlandı. 06:10da güneş bize vurdu. Islak üstümüzü kuruttuk. Ekibin yolda olduğunu anladık. Ancak kendimizi 1 gece daha o sette kalacak gibi motive etmeye çalışıyorduk. Saat 10:00 gibi yukardan sesler gelmeye başladı. Kurtarma ekibi arkadan tırmanarak zirveden iniş yaparak yanımıza ulaşıyordu. Ekibin yanımıza inerken kırdığı bir buz parçası bizim bulunduğumuz yere kadar indi. Buzu kemirerek 1 saat kadar oyalandık. Bir müddet sonra iniş yaparken bize dönüp ” Güzel bir gün değil mi Beyler? ” diyerek bize gülümseyen güzel insan Durukan Türe’yi gördüğümüzde herhalde dünyanın en mutlu iki insanı bizdik. Yanımıza geldi sarıldık, öpüştük. Ağzım kıpırdıyor ama sesim çıkmıyordu. Durukan’ın gerek Tıp Fakültesi öğrencisi olması, gerekse candan tavırları bizi öylesine rahatlattı ki, getirdiği çayı ve iki çikolatayı 2 dakikada bitirdik.

Durukan’ın tecrübesi ve aşağıdan verilen rota desteği sayesinde güvenli bir şekilde bulunduğumuz noktadan önce yukarıya sonra batı yönünde ~100m. kadar yan geçiş yaparak inişe geçtik. Aşağıya indiğimizde yukarıdan fark edemediğimiz kadar büyük çapta ekibin yardım için geldiğini gördük. Durukan Türe, Tunç Fındık, AKUT, ORDOS, Jandarma, Niğde Valiliği, Özmete, Cem, Ertuğrul Melikoğlu, Utku, Caner, HÜDOSK, Hacettepe Spor böl., tüm İtüdak ailesine ve ismini atladığımız oradaki tüm dostlara verdiğimiz sıkıntılar için özür diliyor, yardımları için teşekkürü borç biliyoruz.

Not: Bu rota daha sonra T.Fındık ve E.Aytemiz tarafından çıkılmıştır. Detayları Tunç Fındık’ın “Aladağlarda 50 Rota” adlı kitabında 23 numaralı rotada anlatılmaktadır.