21/03/2014 Diagonel, Mantar Sote/Uludağ – Adil Alperen Şentürk, Utku Fişek

Tarih: 21/03/2014

Ekip: Adil Alperen Şentürk, Utku Fişek

Faaliyet Sorumlusu:

Yer/Bölge: Uludağ

Rota: Diagonel/Mantar Sote

Kullanılan Ekipmanlar:

Hava Durumu:

Süre: —

Tırmanış Raporu:

-Utku, aga Uludağ’a gidek mi?

-Gidek.

Kısa ve net insanlara bayılıyorum. Bir kayak turu şirketinden gidiş dönüş 100 liraya ulaşım işini halledip sabah 8:30 gibi 2. oteller bölgesine vardık. Uludağ’a İstanbul’dan gidilecekse o geceki uykuyu heba etmemek gibi bir şansınız yok. Ya sabah erken saatlerde otobüsle gidip öğlen 2 gibi rota altına varacaksın ya da o geceyi uyurgezer geçireceksin. Biz tabii bol rota yapma isteğiyle erkenden varmayı seçtik. Otobüse göre 20 lira falan oynuyo desek de tur şirketinin bizi alacağı noktaya taksi parası (15-20 civarı) ve teleferik de ulaşım masrafına eklenince bir Aladağ parasını Uludağa verdik. Ama olsun. “Uludağda tırmanmaktan aldığım tadı başka hiçbir şeyden almadım. Belki bira-sigara. Ama yok lan Uludağ daha güzel.”Otellerden köşeyi döndüğümüz gibi 50 metre falan ileride Dede,Ertürk, Alper, Ali Değer kafilesini gördük.

– Hooops!

– Hooo!

Teleferik büyük nimet. Bunca zaman yok eğitimiymiş yok yaz faaliyetiymiş derken nasıl çekmişiz o kadar yolu. Çok bi manzarası olsa canım yanmıyacak. Teleferik zirveden daha bi mutlu etti desem yalan olur mu bilemedim. Kayağa mı başlasam? Biraz yürüyüp kafamıza göre bir yere kamp attık. Kampı atarken Uludağ’ın sahibi geldi. Adamın her tavrı ağır dağcıyım diye bağırıyor. “Birkaç yüz metre ileride çok şükela kamp alanı var. Bizim mekan orası. İsterseniz siz de kampı oraya taşıyın” diye öneride bulundu ama biz kamp işini neredeyse hallettiğimizden gerek görmedik. (üşendik aslında) Hem sabırsızlanıyorduk da bayağı. Diyagonal rotası için teknik kurula bi dolu bildirim attım şimdiye kadar. Gurur meselesi oldu bana Kesiştepe’nin Hülya’sı. Belki Yusuflar ip açarız diye kemer giyip teknik malzemeyi de ilk defa amacı doğrultusunda kulandığım teknik çantama doldurup çıktık yola. Dede ile Ertürk Diyagonal’e girmişti bile. Alper ile Ali Değer Diamond’un kaya etabına gelmiş istasyondaydınlar artık. Helecanla habara hubara 11:20 gibi rota girişine ulaştık. Dedeyle Ertürk’ün izine girmek istemesek de 2 metre genişliğinde ki rotada başka şansımız yoktu. Bir de ayrı ayrı iz açmış zati elemanlar. Hiç gerek olmayan onca malzemeyi çantada taşıyarak laylaylom 40 dakikada çıktık rotayı. Dedeler rotanın sonuna doğru yukarıdan gözükmeye başladılar. Ulan kesin tükürecekler ya da kar falan atarak bi pislik çıkaracaklar diyodum ki zirve keyfinden olsa gerek sululuk yapmadılar. 12:00 gibi rotayı bitirdiğimizde 20 cmlik purolarını tüttürüyorlardı. 8 cm puro kalmıştı Ertürk’te. Ertürk puro adabı gereğince her 30 saniye de bi fırt çekiyor. Her çekişte 3mm sömürse; 20cm-8cm=12 cm, 12cm/3mm=40 , 40*30 saniye=20 dakika falan olmuş onlar da zirveye varalı. Biraz makara kukara yaptıktan sonra ileride bir direk görüp, “AAA direk! Neden direğin yanına gitmiyoruz?” dedik. Direk ufaktan bir beton kulübenin tepesinde haberleşme anteni gibi bi şeydi galiba. Çıktığımız rotanın sonunda beton bir bina görmek biraz tadımızı kaçırdı tabii. Dağdayız yahu. Ayıptır. İnsan da heyecan falan bırakmıyor orada betonerme yapı görmek. Gerisin geri klasik rotadan inişe geçtik. Dedeyle Ertürk’e veda edip tabanına kadar inmeden kıyıdan kıyıdan Bulutsuzluk Özlemi rotasına doğru yola çıktık. Sorun şu ki; BÖ rotası acaba nerede? Benim bulutsuzluk sandığım rotaya Alperler çıktı ve orası Diamond. Boş beleş giderken Mantar Sote rotasının altında bulduk kendimizi. E hadi buraya girelim madem. Az bi yükselip ilk kayalıktan sikke ve friendle istasyon aldık. 13:50. İstasyonda bi şeyler atıştırdıktan sonra (hep bunu yapmak istemişimdir 🙂 ) ilk ip boyuna Utku lider girdi;

1. İp

Rotanın yarısı diye tahmin ettiğim bir kaya topluluğuna istasyon atarım diye rotaya başladım. İlk emniyeti bulduğum bi sikkeye attım, ikinci emniyeti friend ile sağladım, daha karlı bi yere gelince deadman kullandım istasyona gidene kadar bir malzeme daha atacaktım ama karabinim azaldı istasyonda sıkıntı çekmiyim diye atmadım. Bellediğim kaya topluluğuna gelince fark ettim ki kayada malzeme atacak pek bi yer yok, o civarda biraz debelendikten sonra gözüme kestirdiğim yerin bi metre altına sikke ve friend ile istasyon kurdum, Adili yanıma aldım.

2.İp

Önümdeki kayalığın elle tutulacak bi tarafı yok. Kazmayı saplıyorum, düzgün tuttuğuna emin değilim. Malum çömezlik. Biraz debelenip etrafından dolanmayı seçiyorum. Kar durumu orta halli. İz açmak her defasında 3-5 tepik atmayı gerekiyor. Az yükselip bel perlonumdan yürüyüş kazmama girerek kar plakasını gömüyorum. Az daha yükselip kaşık kafa teknik kazmayı da gömüyorum. İleride kayalıklar var. Friend takımı Utku’da. Gelirken yolda topladığım tek friend de ilerideki kayalarda gördüğüm çatlağa cuk oturacak gibi. Çatlağa cuk otutturuyorum harbiden de friendi ama çeker çekmez kaya dağılıyor. Her tarafı çürük kayanın. Es geçip yükselmeye devam ediyorum. Önümde son bir kaya bloğu. Solundan gitmek istiyorum. Daha bi dik daha bi tatlı geliyor gözüme. Soldan gidersem 10 metre falan var rota bitimine.

-SON BEEEEŞ!

Sağa dönüp kısa kornişi tırmanarak rotayı bitiriyorum. Belden emniyet alma derdindeyim ama bulunduğum yer uygun değil. Elimdeki iki kazmayla istasyon kurup üzerlerine oturarak Utku’yu yanıma alıyorum. Bi rota daha yapsak mı? Neyse ya saat olmuş 15:30. Yarın da burdayız ne de olsa. Çadırı harbi alakasız bir yere atmışız. Dibine kadar gelince anca görebildik. Ye, iç, zıbar. İşkefe almayı unutmuşum. Püre ton balığını işkefenin arasına gömemeyince geçen seferki tadı vermedi. Ama gene de güzel. Gece bayağı üşüttü. Havanın bozacağını biliyorduk ama -5 lik tulumla eğitime başlamamdan bu zamana ilk kez soğuktan uyuyamadım. Uludağın havası belirsiz derlerdi de bu kadarını tahmin etmezdim. Tüm gün günlük güneşlikken gece bayağı ayaza kesti. Sabah yedi gibi uyandık. Hafiften sis var ama Kesiştepede rotalar falan net görünüyor. Öğleye doğru daha da açar, çıkarız. Aykut’a havayı soruyoruz. 3 gibi yağış var. Tamam ya 12-3 arası bi rota daha yapar geliriz. Öğleye kadar da gene yapacak bi şey bulamayıp yemek yedik. Netice itibariyle 20 saat boyunca çadırın içinde ye-iç-…-uyu takılmıştık. Hazırlanıp 12 gibi çadırdan bi çıktık, dağ yok. Ben kaçkarda böyle sis görmediydim arkadaş. Ne yapsak? Dönüşte taa akşam 16:30. E bari yürüyelim. Belki hava açar. Olmadı kendi izimizden döneriz nasıl olsa. Havanın açması boş umut tabii. Gittikçe kapadı. Öyle ki bir noktadan sonra görüş mesafesi Utku’nun sesinin duyulma mesafesinin altına indi. Yola çıktıktan takribi bir 45 dakika sonra kendi izimizden gerisin geriye dönüşe geçtik. Sonsuzmuş gibi gelen beyazlığın içinde hiç bir şey görüp duymadan yürümek… Çadırı topladık dönüşe geçicez. Bu sefer de teleferik yok. Hiç değilse bölgenin arazi yapısını daha önceki gidiş gelişlerimizden dolayı ezbere biliyor gibiyiz. Bembeyaz sisin içinden “ulan ak sakallı dede falan çıkar mı ki karşımıza” derken Ertürk’ün düşürdüğü perlon çıktı. Kamp çukurluğu ve akabinde teleferiğin sesi. 3-5 metre görüşle teleferik de ayrı bi heyecan. Araba gelene kadar da sımsıcak bir otel lobisi ve keyifli müziğin eşliğinde içkilerimizi yudumlarken o günü boşa geçirmenin burukluğunu yaşadık. Nasıl mutsuzuz nasıl keyifsiz anlatamam. Sonra da araba geldi döndük işte.