01/07/2010 Dipsizgöl-Yedigöl-Karagöl Transı/Aladağlar – Alper Işın Duran

Tarih: 01/07/2010

Ekip: Alper Işın Duran

Faaliyet Sorumlusu:

Yer/Bölge: Aladağlar

Rota: Dipsizgöl-Yedigöl-Karagöl Transı

Kullanılan Ekipmanlar: 3K, baton, bivak, tulum, üst-alt içlik, çorap-eldiven-bere, 2 çöp torbası, ocak+bardak, 10 Tadımca, 3 katmer(300g.), 8 ufak labne peynir, 10 kahve, 10 nane-limon, 100gr. salam,  paket kuruyemiş(200g), 3 paket mısır-pirinç patlağı, 1.5 + 2 lt. su kabı, sandalet.

Hava Durumu:

Süre: —

Tırmanış Raporu:

Merhaba,

30 Haziran Çarşamba akşamı Harem Niğde İnan’a uzun bir aradan sonra ilk defa adımımı attım. Yavuz’un sitemleri eşliğinde biletimi tek yön alıp (zira tam olarak hangi gün ve nereden döneceğimi tam kestirememiş bir haldeyken) 21:30 aracında, koltuğumda kesintisiz bir uykuya gömüldüm.

01 Temmuz 2010

Sabah 9:00 civarı Niğde’ye vardım, otogarı tamamen şehir dışına taşımışlar. Köy garajına servis eziyetinin sonrasında 09:30 Çamardı minibüsüne yetiştim. Demirkazık Köprüsünden dağ evine kadar otostop yaptıktan sonra dağ evinden Cimbar Kanyonu girişine doğru harekete geçtim. Cimbar kanyon sol koldan biraz uzun sürmekle beraber daha az güneşe maruz kalarak Tekepınarı’na ulaşayazdım ki, yol üzerinde tam olarak hangi hayvan olduğuna karar veremediğim bir leş ile karşılaştım. Bana sorsanız tilkiydi bu. Tekepınarı’na vardığımda orada Tunç ve Süleyman ile karşılaştım. O sabah Tekepınarı’nın altındaki kayalarda yeni bir rota açmışlar, bir gün öncesinde de oradaki Receplerin alpin spor rotasını tırmanmışlar. Biraz hazırdaki çaylarından otlandım, azıcık sohbet ettik, bana aşağıda gördüğüm leşin domuz leşi (!!!) olduğunu, ormancıların bölgeye domuz saldıklarını söylediler… Şaşırdım. Uzatmadan sohbeti, Dipsizgöl’e doğru yola devam ettim. Yolda Afyon ve Kütahya’dan gelen iki arkadaşla daha rastlaştım, onlar da geçen günlerde havaların öğleden sonra hep yağışlı geçmesi yüzünden Kocasarp sırt hattı planlarından vazgeçmiş, geri dönüyorlardı. Daha sonra Dipsizgöl’e ulaştım, keçi güden Muhammet ve Adem’le sohbet ettim biraz da, Muhammet, kazmama takıldı biraz, beğenmiş, kullanmayı biliyor musun diye sordum, -tabii dedi, ben hep kullanıyorum.(Muhammet biraz zorlasan 7, bilemedin 8 yaşındadır. Adem ondan iki eksik…) Dipsizgöl’ün yanındayken yağmur yağmaya başladı, bir anda çobanlar keçilerin peşine ok gibi fırladılar, kaldım tek başıma. Biraz yükselip akan su bulup bivak yeri yapmak için arayışa başladım. Bir kayanın yanına çöp torbası ve iki batondan emprovize bir güneş/yağmur siperi yaptım, altına sığındım, bu arada yağış da doluya dönmüştü bile. Bir kar alanının altında akan suyu kullanarak kendime nane-limon, kahve ve katmerden oluşan yemeğimi hazırladım. sonra erkenden bivak torbama girip mışıl mışıl uyudum.

02 Temmuz 2010

Sabah erkenden uyandım, çayımı kahvemi içip, peynir ve katmerden oluşan kahvaltımı ettim, hemen kramponlarımı geçirip önümde yükselen Çağalınbaşı Kuzeybatı kar-buz kulvarına girdim. Bu geçit Dipsizgöl’den Yedigöl’e geçmenin en kestirme yolu. Kabaca BDK Peck kulvarı ile aynı uzunluk ve eğimde, ondan daha geniş bir kar kulvarı, içinde nefis sert kar koşulları ile önümde yükseliyordu. Solumda Aladağlar’ın en heybetli duvarlarından biri vardı. Tam 7 yıl önce kaybettiğimiz Uğur Abi’nin bu duvarda Serhanlarla açtığı rotanın neresi olduğunu tam bilemiyordum ama bana en yakın gözüken zayıf hatlardan olmalı. Bir yandan bu rotanın neresi olduğunu anlamak için duvarı inceleyip diğer yandan yavaş yavaş yükselmeye devam ettim. Kulvarın yarısını geçtikten sonra artık tepesine güneş iyice vurmaya başladığından ufak ufak taşlar inmeye başladı. O noktada, hiç canım istemese de acele etmek gerektiğini anladım ve hızla geçide yükseldim. Çantamı ve batonlarımı geçitte bırakarak Çağalınbaşı Zirvesine devam ettim. Zirvede kendime ufak bir abur-cubur ödülü verip manzaranın keyfini çıkardım ve geçide geri inip çantamı yüklenip Yedigöl’e doğru alçalmaya başladım. Bu noktadan sonra uzun, yapayalnız bir yürüyüşle Direktaş’ı kerteriz alarak devam ettim ve öğlen olmadan Direk Gölü’ne vardım. Kısa bir kararsızlıktan sonra, Sobek ve Demavend kamplarından uzakta, tam gölün kıyısında daha önce yaptığım gibi bir güneş siperi kurup yerleştim. Güneşli vakitleri biraz uyuklayarak ve atıştırarak geçirip, öğleden sonra can sıkıntısı ile turist kamplarını dolaşmak üzere kalktım. Ayağıma sandaletlerimi geçirip bir sahil köyü geziyor edası ile çadırlara yaklaştım. Kimse yok… İki turist grubu arasına denk gelmişim, koca platoda benim dışımda, her iki kampta birer bekçi kalmış. Ben gezinirken aşağıdan onlar geldi, sıkılmışlar, hadi bir menemen yapıp sohbet edelim dediler. Canıma minnet, kuruyemiş, peynir, katmer dışında boğazıma bir şey girecek, hem de taze sebze… Hoş sohbet, az dedikodu, biraz dağcıları çekiştirme derken, bir iki saat geçirdik. Ertesi gün ne yapacağımı sordular, kısaca, Kızılyar sırt hattından doğuya devam edip Karagöl’den inmeyi hedeflediğimi söyledim. Kırık-mırık dediler… alınmadım hiç. Onlara bir süre sonra veda edip göl kıyısı manzaralı bivağıma gelip yatmak için hazırlandım. Hafif uykuya dalmışken, bir tıkırtı veya kıtırtı ile uyandım, bir küçük fare ile göz göze geldik. Orada fare olmasının şaşkınlığı ile uyku mahmurluğunun getirdiği üşengeçlik arasında git gelleri atlattıktan sonra, yemeğimin olduğu torbayı batonun ucuna asmak aklıma geldi. Yaptım ve uykuya devam etim. Gece boyunca aralıklı olarak uyanıp paranoyak bir şekilde eğer çevredeyse fareyi kaçırmak için kafamı yastık niyetine kullandığım çantaya geçire geçire o gece de sabahı ettim.

03 Temmuz 2010

Gece fare yemeğimi yedi mi, çantamı kemirdi mi? derdiyle uykumu tam alamamış olacağım ki cumartesi sabahı ayılarak yola koyulmakta biraz geç kaldım. Planım H3-Kızılyar sırtına uygun bir yerinden çıkmak ve sırtta ilerleyip, uygun başka bir tarafından Karagöl vadisine inmekti. The Ala Dag kitabında sırta çıkmanın en zahmetsiz yolunun Direktaş’ın hemen arkasındaki sırt uzantısından Üçköşe Sivrisi ile Kızılyar arasını hedeflemek olduğu yazılıydı. Ben bunu tercih etmedim, amacım H3’ten başlayıp, Üçköşe, Kızılyar-1-2-3 sonrasında Ortakaya’ya kadar gidip, Ortakaya-Kızılyar arasından aşağı vadiye inmeyi denemekti. Dolayısı ile, H3- Üçköşe sivrisi arasına yükselen sırtı hedefledim, hedeflemez olaydım… Uzunca bir süredir gördüğüm en bezdirici çürük kaya setleri ve kaya üstü çarşak kombinasyonuyla epey boğuşarak sırta çıktığımda çoktan “hay benim…” ile başlayan, “hay senin…” ile devam eden özlü söz külliyatını bitirmiştim. Güneş iyice yükselmiş, bütün yakıcı yüzünü göstermeye başlamıştı. Çantamı sırta çıktığım noktaya bırakıp fotograf çekmek ve Kokorot tarafını izlemek için H3 zirvesine gittim. Manzara bir anda bütün yorgunluğumu unutturdu, Güney, Yedigöl, Kokorot, Karagöl, panorama derken kendimi kaybetmişim. Merak kötü şey, Boruklu-Ortadağ-Vayvay tarafı araya H2 girdiğinden tam gözükmüyordu, bir de onları göreyim bari diye, Sırttan H2’ye doğru devam ettim. Vardığımda hala araya giren yükselti olduğunu görüp, H1’e doğru tam devam edecektim ki, aklıma dönüp karşı sırtta ne kadar ilerlemem gerektiğini de incelesem iyi olacağı geldi. Yaptım. Sonra H1’e devam edersem gün içinde sırtı Ortakaya tarafına doğru tamamlayamayacağımı, ve çantamı Üçköşe tarafında bıraktığım için ister istemez bu yönde de devam edemeyeceğimi fark edip yine hay huylu bildirimler eşliğinde geldiğim tarafa doğru kös kös geri döndüm. Çantamın yanında ufak bir tıkınma molası vermek istesem de güneş dayanılmaz derecede yakmaya başlamıştı artık. Bu yüzden hemen sırtın üstüne aşağıda bivaklarda yaptığım çöp torbalı, batonlu güneş siperlerinden birini kurdum. Gölgenin rehaveti ve atıştırmanın getirdiği rahatlama ile biraz da kestirdikten sonra, Üçköşe Sivrisine doğru yola çıktım. Karşıdan, tam sırt hattını izleyerek batıdan doğuya Üçköşe’ye çıkmanın zor olacağını zaten gördüğümden, sivrinin güneye bakan yüzünü yan geçerek yükseldim ve tepesine ulaştım. Burada rastladığım manzara nefes kesmekle birlikte, endişe vericiydi de. Sırttan Kızılyar’a devam etmek istersem muhakkak ip inişi yapmam gereken bir kule vardı arada. Tek bir kule dışında Ortakaya’ya kadar bir sıkıntı yoktu ama, o tek kule, o 10 metrelik iniş, hafif olayım diye yanıma ip almamanın bütün ayıbını bu faaliyette ilk kez Osmanlı tokadı gibi çarptı yüzüme. Yapacak bir şey yok diyerek vazgeçtim sırttan ilerlemekten ve Karagöl vadi tabanına doğru alçaldım. Bundan sonra uzunca bir süre vadi tabanını izleyip, gölün yanından geçerek aşağıya doğru devam ettim. Ortakaya hizasını geçtiğimde vadi sağa doğru dönerek büyük bir meydana açıldı. Bu meydan üç büyük vadi kolunun buluşarak indiği bir meydan gibi duruyor. Meydanda taşlardan yapılmış bir kaç yurt yeri ve kurumuş bir su kaynağı vardı. Biraz üstteki duvarlarda halen akar su bulmak mümkün olur tahmin ediyorum. Bu noktada vadinin çıkışı aşağıya doğru inen dere yatağı gibi gözüküyordu, ben de bu yolu izlemeye karar verdim. İnerken fark ettiğim, vadi tabanında hiç patika olmaması ve en kolay yolun dere yatağındaki taşlardan seke seke inmek olması beni biraz endişelendirdi. Bu noktaya kadar vadide hep belli belirsiz patikalar vardı ve onları takip etmiştim. Mutlu mutlu taşlardan seke seke inmeye devam ettim, bir yandan da ne güzel bir antrenman oluyor diye düşünerek seviniyordum. Git gide hızımı artırdım, vadinin iki yanı da daralarak yavaş yavaş bir kanyon halini aldı. Karagöl’den buraya kadar su kaynağına denk gelmemiştim ki, Karagöl’e yaklaşık 5-7 km mesafede, kanyonun orta yerinde bir akar suya rastladım. Bu neşemi bir kat daha artırdı, hemen günlük kafein dozumu su kenarında tamamlayıp kanyonun çıkışına doğru yoluma devam ettim. Çıkışa 50 metre kala(zira tepeden açıldığını ve geniş bir düzlükte sonlandığını görebiliyordum) bütün gezintinin en üzücü görüntülerinden biri ile yolum kesildi. Yolum 5 metre yüksekliğinde bir şelale ile kesilmişti. Tabana eğilip baktığımda düzensiz kayaların yığılı olduğunu gördüm. Atlarsam bacak kırma, kafa çatlatma gibi hareketli ögelerin de pakete dahil olacağı neredeyse kesindi. Şelalenin sağından solundan aşağıya beli belirsiz sular akıyor, kanyonun bu noktadaki genişliği 10 metreden daha dar ve duvarları dimdik 100 metre kadar yükseklikte geçit vermiyordu. Tabii, BEN YANIMA HAFİF OLAYIM DİYE İP ALMAMIŞTIM! Kısa bir durum değerlendirmesi yaptım, Bütün gün epey hareketli ve yorucu geçmiş, akşam üzeri olmuştu. Daha sağlıklı değerlendirme yapmak adına geceyi kanyonda geçirmeye ve sabah devam etmeye karar verdim. En son Kahve içtiğim yere kadar yükseldim ve orada su başında bir kamp kurdum. Yorgunluktan hemen uyumuşum.

04 Temmuz 2010

Sabah tıkır tıkır seslerle uyandım, üç tane keçi benim su kaynağıma kadar inmişler su içiyorlardı. Kafayı doğrultunca ürktüler ve hemen kayaların üstüne doğru gözden kayboldular. Yorgunluktan gecenin nasıl geçtiğini anlamamışım, hafif bir kahvaltı sonrasında akşam yüz yüze geldiğim sorunu düşünmeye başladım. Öncelikle vadinin başka çıkışı olup olmadığını kesin olarak bulmam gerekiyordu, eğer başka çıkış yoksa bu sefer kanyona dönüşmeden önce yandaki yamaçlara çıkıp kanyonun üzerinden geçip açıklığa çıkmak mümkün mü onu görmeliydim, eğer bu ikisi de sonuç getirmeyecekse geriye iki yolum kalıyordu. Biri tekrar şelaleye gidip, oradan kafa gözü yarmadan aşağıya tırmanabilmenin yolunu bulmak, ikincisi de gerisin geri Karagöl-Kokorot-Sıyırma yolundan Emli’ye inip Niğde’den dönmekti. Sırayla bu olasılıkları değerlendirmeye başladım. Önce, bir önceki gün geçtiğim meydan gibi açıklığa kadar yükselerek vadi yapısını inceledim. Gerçekten de tek çıkış derenin olduğu vadi tabanını izlemekmiş gibi görünüyordu. Bu da çok şaşırtıcıydı çünkü burada yurtlar olduğuna göre insanların rahat ulaşabildiği bir yürüyüş yolu da olmalıydı, ancak vadide öyle bir iz hiç gözükmüyordu. Bu durumda bana, yan duvarlardan ilerleyip kanyonun üzerinden aşan bir yamaç bulmak düşüyordu. Yukarıdan görüldüğü kadarıyla sol yamaç ileride yumuşak eğimlerle devam eder gibiydi. Ben de alçalıp sol yamaçta kalarak kanyonun üzerine doğru devam ettim. Giderek yer şekilleri sarplaştı ve bir noktadan sonra batonlarımı katlayıp, kaskımı takıp III derece kaya üzerinden vadi tabanından 300m. yüksekte yan geçişler yaparak ilerlemeye devam ettim. Şelalenin tam üstüne geldiğimde , bu yamacın sonunun hiç de yumuşak eğimler değil, aksine negatif uçurumlar ve en az IV-V derece geçişlerle aşağıya ulaştığını hayal kırıklığı ile kabullenmek zorunda kaldım. Bu arada aklıma birden fazla kere, burada düşersem kemiklerimi bile yıllarca kimsenin bulamayacağı da geldi ama bir yandan yoluma devam etmek zorundaydım. Öğle vakti oldu ve zamanım da daralıyordu. Geriye dönüp kalan son iki seçeneğimi de değerlendirmeden önce karşı yamacı inceledim. Burada daha yumuşak eğimle geniş düzlüğe inen bir plato vardı ancak, tabandan yaklaşık 50-100m yukarıdaki bu platoya kanyon içinden gözle görülür hiçbir çıkış noktası yoktu. Sıyırma’ya geri dönmeye bu noktada karar vereceksem acele etmeliydim çünkü pazartesi sabahı dağdan inmiş olacağımı arkadaşlarıma söylemiştim. En azından telefon çeker bir noktaya bu vakitten önce varmalıydım, bildiğim en yakın nokta da Sulağankeler yüksek kampı idi. Bu da bana gece de yürümem gerektiğini, hem de iki geçit aşacağımı acı bir şekilde anımsattı. Son bir kez daha karar verebilmek için kanyon tabanına doğru indim ve aşağıya, şelaleye ilerlemeye başladım. Şelaleye yaklaşık 50m. kala sağ kanyon duvarında bir baca-kulvar benzeri girinti gözüme çarptı. O an kayıp oyuncağını bulmuş çocuk gibi sevincimden zıp zıp zıplamaya başladım. “Heyoooo… Çıkılır ki bu!” Anlamsız nidalarımdan sonra hiç tereddütsüz kulvara girdim, sonu IV dereceye yakın bir baca haline gelen yerden üstteki platoya ulaştım. Kendime hemen orada bulunan bir ağaç altında piknik kurup dinlendikten sonra yumuşak eğimli yamaçtan aşağıdaki geniş vadi açıklığına inerek devam etim. Burası da git gide kapanarak, 3km kadar devam edip bir kanyona dönüştü, ancak önceden alıştığım için sağ yamaçtan yükselerek buradaki şelalenin de üzerinden aştım ve vadi çıkışında yörüklerin hayvan besledikleri ve yılın 8 ayını geçirdikleri kamplarına ulaştım. Burada Hasan ve ailesinin kıl çadırı gölgesinde bir testi ayranı içip biraz hoş beşten sonra toprak orman yolundan devam ederek Barazama-Şelaleler arasındaki asfalt yola indim ve akşam üzeri Şelalelere doğru yürümeye devam ettim. Şelalelere yaklaşık 2km. mesafede yol boyuncUfak motosikletleri ile giden iki gencin davetiyle motosikletin üzerine 3. olarak çıktım. Pakistan ruhu ile dolu bir şekilde kalan yolu motosikletle alarak şelalelerin önünde geceyi geçireceğim yere vardım.

05 Temmuz 2010

Ertesi gün sabah 5 civarı minibüsle Yahyalı, oradan Kayseri ve Kayseri’den 14:10 uçağı ile akşam üzeri evimde olacak şekilde İstanbul’a gelerek bu gezimi de mutlu mesut ama yorgun bir şekilde tamamladım. Bu güzel faaliyetten bana kalan tek ders: “Bundan sonra tuvalete bile giderken yanıma ip alacağım” oldu.