Tarih: 2016-07-05
Ekip: Lütfiye Şeker, Tolga Bahar
Yer/Bölge: Aladağlar
Rota: Alaca Batı Yüzü
Kullanılan Ekipmanlar: Çadır (Vaude), bivak, telsiz (2), ilk yardım çantası, 3K (2) Kişisel malzemeler: Kamp malzemeleri, baton
Hava Durumu: 3-16 santigrat derece arası güneşli ve yer yer bulutlu görünüyordu. Ancak kamp alanına vardığımızda ertesi gün hava durumunun değişeceğini öğrendik.
—spoiler—
Değişti.
—spoiler—
Süre:
Detay
5 Temmuz 2016
Endüstri mühendisliği öğrencisi Tolga arkadaşımızın (…) :V Durun durun, öncesi var. Faaliyete gitmeyeli yaklaşık on ay olmuştu ve bu yazı boş geçirmeyi hiç ama hiç istemiyordum. Bu yüzden Mehmet’in bayramda 5-6 kişilik bir grubun Aladağlar’da olacağını bildiren maili gelince çocuklar gibi sevindim. Zira bayramda cehennemvari bir sıcağa sahip, küçük ve sıkıcı Antalya’ya giderek zerre hazzetmediğim bilumum akrabanın “Ee okul da bittiğine göre ne zaman evleniyorsun, var mı biri mehmehmeh” cinsinden münasebetsiz sorularına maruz kalmak, zilyon tane ihtiyar yarasanın elini öpmek, kabristan ziyareti filan yapmak gerçekten istediğim en son şeydi. Bu yüzden bayramda dağda olma fikri çok ama çok cazipti. Eğitimini yeni bitiren Tolga arkadaşımızı gazlayıp rota konusunda sağa sola danıştıktan sonra Alaca’da karar kıldık. Bilgi almak üzere Ali’ye yazdığımda ( Selam Ali. Salı akşam yola çıkıp, çarşamba günü Sarımemetin Yurdu’na kamp atıp perşembe günü Alaca zirve denedikten sonra geri dönmeli bir faaliyet planımız var ama sana anışmak istedim rota ile ilgili hehe) Ali’den “Ben salı akşamı İstanbul’dan yola çıkıp ertesi günü Sarımemetlerde olup Alaca kuzey karbuz kulvarını çıkıp Sarımemetin Yurdu’na döneceğim, yolda anlatırım” cevabı gelince keyfim iyice yerine geldi çünkü rota ile ilgili gerçekten de pek bilgimiz yoktu ve yanımızda yetkili bir abinin olması işleri bizim için daha da kolaylaştıracaktı. Bu ne güzel bir tesadüftü. Sonuç olarak 5 Temmuz akşamı Aydoğanlar Turizm’in 21.05’te Dudullu’dan kalkan otobüsüne bindik ve Niğde’ye doğru yola koyulduk. Otobüs fiziksel imkanlar açısından baya lükstü açıkçası. Eğer otobüs yolculuklarından nefret eden ve yolculukta zinhar uyuyamayan bir insansanız beş para etmez aksiyon filmleri arasında geçişler yaparak zaman öldürebilir, saatlerce solitaire filan oynayabilirsiniz. Endüstri mühendisliği öğrencisi Tolga arkadaşımız ise selefinin aksine :V Recep İvedik izlemek yerine Robo Defense oynayacak kadar zevk sahibiydi, böylece ben de arkadaşlığımızı sorgulama zahmetinden kurtulmuş oldum :V
6 Temmuz 2016
Sabah 7.00 civarı Niğde Otogar’a indik ve Ankara’dan daha erken saatlerde gelmiş olan Burcu’yla buluşarak Eski Otogar’a giden servise bindik. 7.30 Çamardı minibüsüne yetiştik ve 8.30 civarı Çukurbağ’daydık. Salim Abi’nin eşi bizi yolda bir yerlerden aldı ve eve götürdü. Salim Abi, Ali ve Sarımemetin Yurdu’na gidecek başka iki kişiyi beklerken biraz(!) dinlendik. Geldiklerinde de Salim Abi’nin traktörüne atlayıp (cipi bozulmuş) tıngır mıngır, evlere şenlik bir yolculuğa çıktık. Karşımızdaki zirveler giderek yaklaşırken içim acayip bir sevinçle doldu. Ben bu işi gerçekten seviyordum. Sarımemetin Yurdu’na ardığımızda saat 13.15 civarıydı. Çadırları kurup bir saat kadar takıldıktan sonra keşif yürüyüşüne çıktık. Aladağlar coğrafyasının nadir ağaçlık alanlarından olan Emli Ormanı’nın içinden geçecektik. Kış mevsiminde büyüleyici güzellikte olan Aladağlar’ın yazın sunduğu boz renkli, çıplak görüntüye pek de bayılmadığımı itiraf etmeliyim (zirveden görünen hâli hariç :V ) Bu yüzden ormanın içinden geçmek gerçekten hoşuma gitti. Her ne kadar bir Doriath, bir Fangorn, efendime söyleyeyim bir Lothlórien olmasa da Emli Ormanı’nın da kendine özgü bir güzelliği var. Ormanı geride bırakıp biraz daha yürüdükten sonra geri döndük. (Geri dönüş kararı aldığımızda totalde iki saat kadar yürümüştük. Ertesi günkü yürüyüşümüzde bizim için nirengi olacak hörgüç kayalara kadar gittik. Buraya kadar gelmişken tırmanıp bitirelim bari ehehe mehehe şeklinde kendi aramızda eğlenmeyi de ihmal etmedik). Kampa vardığımızda saat 18.00 civarıydı. Ertesi gün havanın yağmurlu göstermesi sebebiyle kamptaki diğer İTÜDAK ekibi geri dönme kararı almıştı ve toplanıyorlardı. Onlarla biraz lafladıktan sonra arabaya yüklerini ve kendilerini tıkıştırmalarını neşeyle izleyip onları uğurladık. Bir şeyler yedikten sonra 20.30 civarı yatışa geçtik.
7 Temmuz 2016 Gecenin absürt bir saatinde uyanıp bir şeyler yedikten sonra Ali’nin liderliğinde 03.15 civarı yürüyüşe başladık. Karanlıkta Emli Ormanı’nın içinden geçen patikayı takip ederek Mangırcı Vadisi boyunca yol almaya başladık. Eğer elf gözleriniz yoksa karanlıkta yürürken kafa ambası taşımak faydalı olacaktır. Orman boyunca eğim ve yürüyüş rahattı ancak daha sonra giderek büyüyen taşlar ve artan eğim yürüyüşü oldukça
zorlaştırdı. Saat 04.00 civarı artık orman çizgisini geçmiştik. Karanlıkta uzun ve sessiz yürüyüşleri gerçekten çok seviyorum. Hedefe doğru usul usul yürürken bir yandan da kendi içinize dönüp en derin korkularınız ve en gizli arzularınızla yüzleşebiliyorsunuz. Neyse. Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik. Orman çizgisini geçeli bir saatten birazcık daha uzun bir süre olmuştu ki karşımızda hörgüç kayaları gördük. Sağımızda olanca heybetiyle Mangırcı uzanıyor karşımızda ise biri büyük solundaki ise biraz daha küçük iki hörgüç kaya bize sapmamız gereken yolu gösteriyordu. Zaten sol taraftan gitmemizi öğütleyen hatırı sayılır miktarda baba da görmüştük. Saat 06.00 civarı hörgüç kayaların yanında uzunca bir mola verdik ve daha sonra o kayaların solundan geçerek yolumuza devam ettik. Eğim biraz daha normalleşmişti ve biraz daha yürüyünce buzul çukurlarını görmeye
başladık. Bir buçuk saat kadar daha yürüdükten sonra artık yollarımızın ayrılma vakti gelmişti. Ali ve Burcu Alaca kuzey karbuz kulvarına gireceklerdi, biz de Körtekli Tepe’ye doğru çıkarak sırt boyunca ilerleyip önce Küçük Alaca’yı geçecek, oradan da Alaca batı yüzüne bağlanan sırt boyunca yürüyerek rotanın altına varacaktık. Rota hakkında biraz daha bilgi aldıktan sonra birbirimize iyi şanslar dileyerek zirvede buluşmak üzere vedalaştık ve tırmanmaya koyulduk. Bir buçuk saat kadar çarşakla boğuştuktan sonra Körtekli Tepe ve Küçük Alaca arasına çıkmıştık. (Buradan Alaca’ya doğru baktığınızda rotanın altına kadar izlemeniz gereken yol net şekilde görünüyor. Körtekli Tepe ve Küçük Alaca arasındaki sırt ile Küçük Alaca ve Alaca arasındaki sırt, 180 derece döndürülmüş bir L harfine benzeyecek şekilde irbirine bağlanıyor). Burada biraz mola verdikten sonra yola devam ettik ve Küçük Alaca zirvesinin biraz altındaki bir yolu kullanarak Küçük Alaca ve Alaca arasındaki sırta çıktık. Alaca namıdiğer Loruttam karşımızda bütün dikliği ve korkunçluğuyla yükseliyor, beni “Lanet olsun lanet olsun nasıl çıkacağız buraya!?” şeklinde düşüncelere ve iç hesaplaşmalara gark ediyordu. Tırmanacağımız batı sırtı gerçekten çok çok dikti. Bu arada Küçük Alaca ve Alaca arasındaki varyanttan yükselen Ali ve Burcu da görüş alanımıza girmişti. Hmm demek ki kulvara giremeyip rota değişikliğine gitmişlerdi. Bize bir şeyler bağırdılar ama anlamadık :V Saat 10.30 civarı batı yüzünün altında buluştuk. Ve anladık ki sırt aslında çok çok dik değildi. Sadece çok dikti :V Bu reunion benim moralimi oldukça yerine getirmişti çünkü rotanın altında vazgeçip geri dönmek şeklinde sinsi, küçük bir düşünce beyin kıvrımlarım arasında filizlenmeye başlamıştı. Çantalarımızı oracığa bırakıp batı sırtını tırmanmaya başladık. Ancak daha sonra sırt rotasını izlemekten vazgeçip dağın batı yüzünden tırmanmaya karar erdik ve sağa çektik çünkü hemen sol tarafımızda kuzey duvarı tekinsiz bir şekilde aşağı doğru uzanıyor, bize üç buçuk attırıyordu ve bu his hata yapma ihtimalimizi artıracaktı. Yüzden tırmanmak, sırttan tırmanmaktan daha zordu çünkü slab kaya etapları vardı ve yer yer II-III dereceye kadar kaya tırmanmamız gerekiyordu. Ben tırmanışın hatırı sayılır bir ısmını Gollum stayla dört ayak üstünde tırmandım zaten. Ayakta durunca güvensiz hissediyordum (dört ayak iyidir, iki ayak kötüdür :V ). Batı yüzünü çıkarken izlediğimiz rota hakkında net bilgi/tavsiye veremeyeceğim çünkü inişi de hesaba katmaya çalışarak bize kolay görünen yerlerden tırmanarak ilerledik. Eğer batı sırtından tırmanmak isterseniz (bkz. Fındık, Tunç. Aladağlar Dağcılık ve Tırmanış Rehberi. sf.360) izlemeniz gereken rota daha net (ve tırsınç :V ). Batı yüzünün oldukça çürük olduğunu da eklemem gerekiyor. Sağ salim zirveye varabilmemiz için Allah, Odin, Eru, Uçan Spagetti Canavarı, Yehova vs. vs. gibi bilumum tanrılara dua ettiğim korkunç bir tırmanışın ardından nihayetinde saat 12.00 gibi zirveye vardık. Bir önceki faaliyet raporumda zirveye çıkışın bende uyandırdığı hislerden ve bunların sonraki tırmanışlarda da devam etmemesi ihtimalinden dolayı duyduğum kaygıdan bahsetmiştim. Zirveye çıkınca anladım ki bu kaygılarım yersizmiş. Zirvede olmak bambaşka bir şey. Kelimelerle anlatılamayacak kadar süfer bir şey. Zirveden etrafı izlerken kendimi Olimpos Dağı’ndan etrafı izleyen Zeus gibi filan hissediyorum. Zirve çogzel. Zirve… Neyse. Bol bol fotoğraf çekip, zirve defterine bir şeyler karaladıktan sonra 12.30 gibi inişe geçtik. Ama tabii ki inmek çıkmaktan daha zordu. Burada special thanks Ali’ye gidiyor çünkü o olmasaydı zirveye çıkamazdık. Haydi bir ihtimal gözü karartıp çıktık diyelim sittin sene inemezdik; orada öylece kalır, kurda kuşa yem olurduk. İnişi, daha kolay olduğu söylenen güneybatı sırtından yapmaya karar verdik ve öyle de yaptık ama birkaç defa 34 metre yüksekliğinde dik yerlerden yüzümüzü kayaya dönerek inmek durumunda kaldık. Ali önce kendisi inip sonra bizi indirdi. İnerken adamın dizine, eline filan bastık asffghfds. İnişte karşılaştığımız hava değişiminden de bahsedeyim. Muhtelif zamanlarda sise maruz kaldık. Sis indiği zaman olduğumuz yerde durarak geçmesini bekliyorduk. Daha sonra biraz dolu atıştırdı vs. vs. Saat 14.45 civarı çantaları bıraktığımız yere ulaştık ve bir şeyler atıştırdık. Aslında bizim geldiğimiz sırttan gerisin geri dönerek inmeyi planlıyorduk ancak daha biz zirvedeyken bile güneyden gelen bulutlar biraz ötelere sağanak yağdırıyordu ve epey gök gürültüsü vardı. Uzaklarda görünen kara bulutlar şimdi giderek yaklaşmışlardı ve sırt boyunca yürüyerek inseydik yıldırımları neşeyle üstümüze bırakmak için pek de tereddüt etmeyecek gibi görünüyorlardı. Açıkçası biz de buna pek hevesli değildik. Sonuç olarak Alaca ve Küçük Alaca arasındaki sırttan direkt aşağı doğru yöneldik ve varyant rotasından inmeye başladık. Bu arada biraz yağmur yedik. Etrafta çok az kar kalmıştı ancak inerken karşılaştığımız yaklaşık 200 metrelik bir sert kar kulvarı yanımızda her ihtimale karşı kazma ve krampon getirdiğimiz için şükretmemize neden oldu. Kramponları giyip kulvarı indikten sonra yürüyüşe devam ettik ve Mangırcı Vadisi boyunca yol aldık. Tabii bu arada akşamki otobüsümüzü kaçıracağımızı neşeyle fark ettik. Telefonun çektiği bir yerlerde Aydoğanlar Turizm’i arayarak dağcı olduğumuzu, otobüse yetişemeyeceğimizi ve biletleri değiştirmek/iade etmek istediğimizi söyledik ama otobüsün kalkışına 6 saatten az kaldığı için bu talebimizi reddettiler ve biletlerimizi başka birilerine satacaklarını söyleme nezaketinde bulundular(!). Yani siz siz olun yaklaşımı bu kadar uzun olan rotaları tercih etmeyin. Şaka. Bayram bile olsa, yer kalmaz şimdiden bilet alalım demeyin. Bir şekilde dönüyorsunuz nasıl olsa :V Şaka bir yana Alaca tırmanışı gerçekten çok uzun süren bir tırmanış. Tahmininizden bile uzun sürebiliyor :V Burada Tolga arkadaşımızı tebrik ediyorum çünkü bence tanıma faaliyeti olarak Alaca’yı seçmek güven, özveri, tecrübe istiyor. İnişe dönecek olursak dizlere oldukça yük bindiğini söyleyebilirim. Sağlam bir ayakkabınız yoksa ve tırmanışta çok yorulduysanız işkenceye dönüşebiliyor. O yolu nasıl döndüğümü gerçekten hatırlamıyorum. Sinkaflı küfürler ederek dağcılığı bırakacağımdan filan bahsediyordum ve ara ara molalar vererek bir an önce ormana ardından da kampa ulaşmaya çalışıyorduk. Nihayet ormana girdiğimizde saat 20.20 civarıydı ve hava da kararmaya başlamıştı. Bir süre daha yürüyüp kafa lambalarını açtık ve karanlıkta ayrıldığımız kampa yine karanlıkta vardık. Saat 21.00 civarıydı. O kadar yorgundum ki birkaç lokma bir şeyler yiyip hemen sızdım.
8 Temmuz 2016
Yaklaşık 18 saat süren faaliyetin ardından güzel bir uyku çekmiştik. Ama şimdi dev bir problemimiz vardı. İstanbul’a nasıl dönecektik? Bütün otobüsler doluydu. Hatta önümüzdeki birkaç gün boyunca bütün otobüsler doluydu. Otogara bir gidelim de gerisini bir şekilde hallederiz dedik ama ne Salim Abiyi çağırmak ne de köprüye giden o yolu yürümek istiyorduk. İmdadımıza, kamp alanına birtakım insanları getiren iyi niyetli bir amca yetişti. Nasıl olsa geri dönüyorum dedi ve bizi de aldı. Köprüde indikten 5-6 dakika kadar sonra 12.00 kalkışlı Niğde minibüsü geldi ve Niğde Otogar’da da İnan Turizm’in Ankara’ya giden 14.30 kalkışlı otobüsüne bilet aldık. Ankara’dan Kamil Koç’un 01.00’de kalkan İstanbul otobüsüne binecektik ama çok vaktimiz vardı ve biz de kebap ritüelini gerçekleştirmek üzere Kızılay’a gittik. Yemekten sonra Aşti’ye geri döndük ve otobüs saatini bekledik. Otobüs yolculuklarından daha çok nefret ettiğim çok az şey vardı. Yaz mevsimi, vesikalık fotoğraf çektirmek, extrovert insanlar, dik çarşaklar… Yok ya otobüs yolculuklarından daha çok nefret ediyordum.
L.
Fotoğraflar:
https://drive.google.com/drive/folders/0B2dOHZ8U9IoeUxRZmxueVNtZGc