Tarih: 30/07/2020
Ekip: Nikolay Zhmurov, Volkan Çakır
Yer/Bölge: Dipsizgöl/Aladağlar
Rota: Davlumbaz Tepe klasik, Büyük Demirkazık Klasik
Rapor:
30 Temmuz Perşembe
30 Temmuz Çarşambadan Perşembeye gecesi, saat 04:30’da, Volkan’ın evinin oraya geldim. Eşyaları arabaya yüklemek vs. yarım saatimizi aldı. 05:00 civarı yola çıktık. Ankara’ya doğru yol aldıkça (sanırım, bayram arifesi olduğundan) Ankara’ya giden yol boyunca hep sarılıklar ve kırmızılıklar görünüyordu. Trafik, adeta, durmuştu. Sapanca’dan sonra, Geyve yönüne dönüp, Eskişehir üzerinden gitmeye karar verdik. Saat 13:00 civarı, ancak, Ankara’ya varabildik.
Ankara’dan sonra, şu bu o derken, 17:30 gibi Çukurbağ köyüne, Salim Ağabey’in evine vardık. Fazla vakit kaybetmeden, 18:10 gibi Salim Ağabey’in pikabıyla yola çıktık. Salim Ağabey, bizi katırlarla, Arpaçukuru mevkisinde, bekleyen oğlu, Ulvi’ye, kadar götürdü. Çoğu yükümüzü katırlara aktararak Cimbar 1. Kol’dal Tekepınarı mevkisine doğru yol almaya başladık. Tekerpınarı mevkisine kadar yol, yumuşak bir şekilde, yükselirken, neredeyse, hiç alçalma olmaz. Tekepınarı mevkisive varılmadan önce dik bir inişle oraya inilir.
İndikten sonra, ilk gözlemlediğim, orada çok güzel akar su kaynağı varlığı. Bilmem, belki bu seneye has, ama istense bir su şirketi bile kurulabilir – o ölçüde yani. Bir damacanayı 1 dakikadan daha kısa sürede doldurur şiddette akıyordu.
Su içip devam ettik. Hava kararıyordu. Sonunda karardı ve biz Cimbar Boğazı’nda ilerlemeye devam ederken, sağ ve solumuzda kale gibi tepeler, üstümüzde ise yıldızlar ve dolunaya yakın bir ayın oluşturmuş olduğu bir mistik bir ortam içerisinde ilerliyorduk. 21:30 gibi vardık Muhammet’in barakasının bulunduğu kamp alanına. Sağolsun, bizi karşıladı: Biz çadırları kurarken bize çay demledi. Çadırları kurduktan sonra, barakasına gidip akşam yemeklerimizi yiyip, Muhammet’in sohbeti eşliğinde hazırlamış olduğu çayı içtik. En sonunda herkes çadırlarına dağıldı.
31 Temmuz Cuma
Volkan’la, önceden, Cuma sabahı dinleneceğimiz konusunda anlaşmıştık. 09:30 gibi kahvaltı etmeye başladım. 11:50 gibi Dipsizgöl’e doğru yola çıktık. Giderken, Tanju Duru anısına kayaya sikkelenmiş anma tabelasına denk geldik. Volkan’la onu andık. Toprağı bol olsun…
12:05 gibi Dipsizgöl’e vardık. Kızıl böcekleri de gördük (neredeyse, yoklardı), şu dalışçı karaböcekleri de (onlar daha fazla idi). Volkan bana Yıldızbaşı Tepesi’ni gösterdi, istersem, oraya 3-4 saatte çıkabileceğimi söyledi. Kendisi, yol yorgunu olduğu için, çıkmayacağını söyledi. Teklifi sunarken de, özellikle, yarın BDK’ya çıkacağımızı göz önünde bulundurmamı söyledi. O sırada Yıldızlılardan biri vardı yanımızda, o da Davlumbaz’ı tavsiye ederek daha kolay olduğunu söyledi. Düşüneceğimi söyledim ve, kara kara, karar aşamasına geçtim. Yıldızbaşı Tepesi’ne giden yola çok baktım. Saat öğlen idi ve bir an hiçbir yere gitmemeye karar verdim gibi, ama bulunduğumuz yerlerde eşimi arayamıyordum ve önceki akşam aramayı unutmuşum: Hem kendimi suçlu hissediyordum hem de merak etmesini istemiyordum. Oturup çay içiyorduk, Volkan ile Yıldızlı arkadaş anlamadığım dilde konuşurken (teknik/geleneksel tırmanış dili), kararımı verdim ve “En kötü, eşimle konuşurum” düşüncesiyle Davlumbaz’a çıkmaya karar verdim. O kararı verince yüreğimden, sanki, bir taş düştü: İkilemde kalmak çok kötü bir şey… Volkan’dan briefing’i alırken, tepenin Emler’e ne kadar benzediği gözüme çarptı. “Ben bunu her türlü çıkarım” dedim içimden. 13:30’da yola çıktım…
Cimbar Boğazı’ndan Tepenin eteklerine kadar çok belirgin patika var. O patika, iki adet kaya etrafında dolaşır. İkincisinin üstüne çıktığımda telefonum çekmeye başladı. Oturup mola verdim ve eşimi aradım. Moladan sonra o patikanın eteğin arkasına doğru uzandığını fark ettim ve devam ettim. Tahminimce, görünürdeki eğim çok artığı için, herkes tepenin sol arkasındaki düşük eğimden çıkmaya çalışmış. Tecrübelerimden bildiğim kadarıyla, rahat eğimli yerlerde (mesela Likya Yolu veya Uludağ’da) babalarla patika kaybolmaya başlar, kendi yolunu kendin çizmeye başlarsın. Sonuç olarak patikayı kaçırmışım. Zig-zag’lar çizerek yükselmeye başladım. Uzun zamandır zirve yapmadığım için, yol bitmek bilmiyordu. Sonunda zirveye ulaştım. Saat 16:00 civarları idi. Yarım saat kadar zirvede vakit geçirip inişe geçtim. İnişte asıl patikaya denk geldim ama çok çarşaklı ve yumuşaktı: Ondan çıkmaya kalksam çok yorulurdum. Kayakçı gibi çarşaktan topuklayıp kaya kaya indim. 17:30 gibi kamp alanına vardım. Yola koyulup dönmemle 4 saatimi aldı.
Ayak tabanlarım yanıyordu. İlk iş botları çıkarmam oldu. Sonra, BDK öncesi son akşam yemeğimi yedim. Zorla yarım paket makarna yedim – ertesi gün enerji lazımdı. Şekerli çayımı da içip yattım.
1 Ağustos Cumartesi
Bu günü asla unutmayacağım galiba… Kişisel anlamda, benim için bir dönüm noktası olmuş olabilir.
Bu arada, BDK ekibimiz 8 kişiye kadar büyümüş. Volkan, faaliyete, DAG ve Boulder İstanbul’dan arkadaşlarını da dahil etti.
Sabah 03’ten birkaç dakika önce uyandım. Alarmı kapatıp uyanmaya başladım. Acele etmeden, soğuk su, lavaş, peynir vs. ile bir kahvaltı ettim (termosu almadım ve büyük bir hata idi – soğuk suyla kahvaltı çok berbat bir şey imiş). 04’te hazır bir şekilde çıktım çadırdan. 04:10’da, tek sıra halinde, yola çıktık. Mevsimlik Göl’e 15 – 20 dakikada vardık. Volkan, 05’te BDK Doğu duvarına doğru çıkacak arkadaşlar ile konuştu, onlara şans diledi. Sonra, devam ettik. Gölden sonra çarşak başlar. Kaygan ve oldukça dik çarşakta ilerlemeye başladık: Uzun zamandır böyle yürüyüşler yapmadığım için batonlarıma asıldım. Yükselirken, “Çarşaktan hiç böylesine çıkmadım” düşüncesiyle ilerledim. Eğim dikleştikçe kayalıklardan ilerlemeye başladık. Rampanın en dik yerini de kayalıklar ile bypass ettik. 2.5 saat sonra bele vardık.
Bele kadar çıkarken bulutların saldırısına uğradık: Açık hava beklentimize karşı ufak tefek altocumulus’ler bizim içimizden geçiyordu. Tabi, bir bulut içinden geçerken, hele terliysen, ne kadar üşütücü olduğu bilinir – hissedilir. Güneş çıksın diye evrene dilekler gönderiyorduk. Belde, en az esen yerde, mola verdik. Moladan sonra sırttan tırmanmaya başladık: Slope’a kadar batonlarla patikadan ilerledik, sonra batonları bırakıp free solo ayarında tırmanmaya başladık. Başta biraz adrenalin salgıladım: Ayağımda KATA değil, bot varken, tutamakların bu kadar az olduğu yerde, hiçbir emniyetin yok iken tırmanıyorsun ve arkana baktığında uçurum gibi bir eğim… İlk başlarda bayağı heyecenlandım. İlerdeki dakikalarda tırmanmaya odaklandım ve korkuyla endişeyi unuttum.
Çıkarken, hayatımda ilk kez, kafama taş çarptı. Avuç içim büyüklüğünde ve hızlı bir taş idi. O sırada kapüşon da kaskımın üzerindeydi. Neyse ki, ne ceketime, ne de kaskıma, ne de bana zarar verdi. Değişik bir tecrübe idi. Mutlaka, kaskınızı takın!
Tırmandıkça tırmanıyorduk. Her zamanki gibi, dağın ucu yaklaşıyor ama bitmiyordu. Dağın ucuna doğru bazıları, şakasına da olsa, dırdır etmeye başladı. Sonunda çıktık tepenin sırtına. 200 m kadar da o sırttan yürümek gerekiyordu. Orada etrafıma baktım ve havanın tamamen açtığını fark ettim. Çok mutlu oldum. Bence, bir zirveye sadece bulutsuz havada çıkılmalıdır. Aksi takdirde uğraşmaya değmez. O manzarayı göremeyeceksem, niye çıkayım ki? Tamam, spor veya kendine meydan okuma olabilir ama işin ucunda bir ödülü hak etmiyor muyum?
Bayrağa vardığımızda saatler 8:40’ı gösteriyordu. Yani çıkışımız 4.5 saatimizi almıştı ki bu bayağı iyi bir süre diye düşünüyorum. 50 dk kadar zirvede geçirip fotoğraflar çektik, bir şeyler atıştırdık, etrafımızı seyrederken Erciyes’i gördük ama Hasan’ı göremedik (batıda bulutlar vardı), Aladağlar’ın diğer zirvelerini izleyip saydık ve hakkılarında konuştuk. Kısacası, çok güzel vakit geçirdik.
9:30’da inişe geçtik. Asıl maceramız şimdi başlıyormuş, çünkü slope o kadar dik ki, çıkarken ipsiz çıkılsa da inerken, teorik olarak ipsiz de inilebilmesine rağmen, ip kullanmak inişi hem kolaylaştırır hem de hızlandırır. Elimizde iki yarım ipimiz vardı. Sikke veya boltlara kapalı karabinaya geçirilmiş tam kazıkla aynı anda 2 kişi bir ip boyu inebilmemize rağmen, 7 ip boyunu inmemiz, yanlış hatırlamıyorsam, 5.5 saatimizi aldı. Bir ip boyunun sürecini kısaca anlatayım. Başta, bir kişi ipi çantasından açarak iniyor ve sonraki sikke/boltu buluyor, orada ipten çıkıyor. Sonra tam kazıklı karabina takılıyor ve son kişi hariç herkes iniyor. En son, karabina sökülüp, son kişi de ilk kişi gibi iniyor ve ip çekiliyor. Yani, bayağı, vakit alıcı.
Batonlarımıza ulaştıktan sonra, bele kadar inmemiz yaklaşık yarım saatimizi aldı. Belden sonra o dik kızıl çarşaklı yeri yine iple indik. O da çok vakit aldı, çünkü bu sefer, boğazın darlığından dolayı, teker teker inmek zorunda kalmıştık. Ardından gelen, çarşak inişi de kolay değildi. Sanırım, tam çarşaklı botun değerini o anda anladım. Mevsimlik Göl’e ulaştığımızda ayak tabanlarım bitmişti.
Kamp alanına vardığımda saat 18:45’ti. Botlarımı çıkarmadan, ilk iş olarak, gittim sularımı doldurdum. Botları çıkardığımda ayaklarımın nemden büzüştüklerini gördüm. Çok acılıydı. Terliklerimi giyip ‘Oh’ dedim. Attım kendimi çadıra. Tencere ile uğraşacak halim kalmamıştı ki son lavaşlarım arasına bir şeyler tıkıştırıp akşam yemeğimi yedim ve sonrasında yattım. Derin bir yorgunluk uykusuna dalmışım.
2 Ağustos Pazar
8 gibi uyandım. Tüm tayfa, 9:30 gibi Muhammet’in barakasında kahvaltı etmeye başladık. 11:30 gibi Arpalık Yaylası’na doğru yola çıktık. 13:15 gibi, Ulvi, bizi Arpalık Yaylası’ndan evlerine götürmeye başladı. Salim Ağabey’lerde üstümüzü değiştirdik, toparlandık. Yanlış hatırlamıyorsam, saat 15:00 gibi İstanbul’a doğru yola çıktık ve faaliyeti bitirdik.
Notlar:
- Yaz da olsa bir termosun alınması şart
- Gitmeden önce “ceketimi alsam mı almasam mı” diye düşündüm. İyi ki almışım. Yaz da olsa ceketin alınması şart
- BDK’ya gidiyorsanız tam çarşak botunuz olsun
Fotoğraflar: Aladağlar. Davlumbaz ve BDK zirveleri. 30 Haziran – 2 Ağustos 2020