29/12/2006 Sematepe Kuzeybatı Kar-Buz Kulvarı Kış Tırmanışı/Aladağlar – Önder Bingöl, Özkan Sami Dibek, Gökay Bıyık, Bolu’dan Güçlü Özen

Tarih: 29/12/2006

Ekip: Önder Bingöl, Özkan Sami Dibek, Gökay Bıyık, Bolu’dan Güçlü Özen

Yer/Bölge: Aladağlar

Rota: Sematepe Kuzeybatı Kar-Buz Kulvarı Kış Tırmanışı

Rapor:

Günler boyu süren planlardan, defalarca değişen ekiplerden, rotalardan ve tarihlerden sonra 29 Aralık gecesi nihai planımız için çıktık yola. Yine önceki bayramdaki gibi bir huzursuzluk, hazır olmama hissi. Sami de aynı dertten muzdaripmiş, saat 19’da işten çıkıp aynı gece faaliyet için yola koyulmak bir konsantrasyon, motivasyon eksikliği oldu bende. Naapalım bundan sonra böyle, alışmak lazım diyip, eski faaliyetlerden, tırmanışlardan, şimdiden ve gelecekten bahsedip yolu yavaş yavaş yiyoruz. Güçlü’yü almak için Bolu’ya girdiğimizde ise havanın soğukluğu hakkında bir fikir ediniyoruz; -13 derece ve arabanın cam suyu donuk. Aladağlar nasıldır acaba derken, Güçlü bir önceki hafta yaptıkları Peck kulvarı tırmanışlarının kayayı kaplayan toz kar yüzünden ne kadar keyifsiz geçtiğini anlatıyor. Mayıs’taki tadından yenmeyen faaliyetimizden sonra bu koşullarda aynı yeri çıkmak pek işimize gelmedi açıkcası. Onun yerine kayası daha az olan Sematepe’nin kulvarı, kış çıkışının da henüz olmaması sebebiyle ilk planımız oluyor ve Dream Theater’dan gazı alıp yola devam ediyoruz.

Sabah ise bu mevsimde hala karsız olan Hasan Dağı’nı seyredip muhabbete devam ederek Niğde’ye varıyoruz ve son eksiklerimizi de gideriyoruz. Hasan gibi Erciyes de biraz çıplak kalmış, ama bizim asıl ilgi alanımız ufukta zirvesi gözüken Demirkazık. Aladağlar görüş alanımıza girdiğinde ise ekim sonundakinden daha az kar olduğunu görüyoruz, bol bol fotoğraf çekerek arabayı bırakmak ve son hazırlıklarımızı yapmak üzere dağ evine varıyoruz. Her faaliyette olduğu gibi yine bir aksilik, yine olmayacak bir hadise; Sami’nin plastik ayakkabısı her adımda çatlayıp, ufak parçalara bölünüyor. Naapalım, ne edelim derken İstanbul’dan henüz çıkmış olan Alperler’i arayıp Sami’nin deri ayakkabılarını getirmelerini istiyoruz. Tam yola çıkacakken DKSK’lı gençlerle karşılaşıyoruz, ayaküstü kısa bir muhabbet ve iyi faaliyetler dileklerinden sonra onlar önde biz arkada yürümeye başlıyoruz. Yazın sıcaktan bunalırken serinlediğim, şimdi ise buz şelalesine dönmüş çeşmeyi geçtikten sonra Hüseyinler Arpalık tarafına, bizse Sokulupınar yoluna dönüyoruz. Acelemiz olmaması sebebiyle, cam gibi havanın da tadını çıkartarak aheste aheste yürüyoruz kamp yerimize doğru. Çekilen fotoğraflar, videolar, yapılan geyikler ve manzara keyfimizi yerine getiriyor. Kampa vardıktan sonra ise özenle kurulup, kendimizi dinlenmeye ve besiye çekiyoruz. Malum, Sematepe’ye yolumuzun uzun olmasının dışında Sami bir de gece yarısı kalkıp dağ evine botlarını almaya gidecek. Son hazırlıkları da yapıp, gece ikide yola çıkmak üzere anlaştıktan sonra tulumlara giriyoruz. Gecenin köründe çalan telefon alarmı ise her zamanki düşüncelerin başlangıcı; biraz daha uyusaydık, bu soğukta tulumdan kim çıkacak şimdi, rotanın dibine de dünyanın yolu var…Ama ufak bir gayret, tulumun fermuarını açmak için uzanan el her şeyin başlangıcı oluyor yine. Bolca sıcak sıvı ve iyi bir kahvaltıdan sonra 02:20’de Narpuz’a doğru yola koyuluyoruz. Çin’den gelen 3 euro’luk batonlar ise daha ilk adımlarda başımın belası oluyor. Bir batonun perlonu 5 dakkada bir çözülür mü be kardeşim. Neyse her faaliyette olduğu gibi yine katlanacak ve sabır çekecek bir konumuz oldu. Narpuz’a çıkan dik boğaz ise ayrı bir atraksiyon konusu oluyor. Gece ayazında donan dere ve şelaleri geçmek için arasıra mix’e arasıra buz patenine bağlıyoruz. Vadi boyunca hızlıca ilerleyip Kayacık Pınarı’na geldiğimizde ise normal patikayı mı kullansak yoksa tabandan mı gitsek derken işi şansa bırakmayıp patikayı izlemeyi tercih ediyoruz ama patika üstündeki kaya etaplarının toz karla kaplı olması sebebiyle biraz zorluk çekiyoruz. Burayı da geçtikten sonra artık Narpuz 2’deyiz ve soğuk donmuş mandalinalarda kendini belli ediyor. Yükseldikçe esmeye başlayan rüzgarda ise sol elimin parmakları dönüşümlü halde önce donup sonra o iğrenç karıncalanma ve yanma hissiyle çözülüp duruyor. Saat 06:30’a doğru sabahın ilk ışıklarında rota dibine varıyoruz, kramponları bağlayıp, kazmaları kuşanıyoruz, bense kaskımı takmadan önce montumun şapkasındaki buz tabakasını temizliyorum ve Gökay’ın sakalındaki buz sarkıtlarını fotoğraflıyorum. Kulvardaki kar gayet sert, kramponlarla hızlıca yükseliyoruz, kulvarın ortalarındaki bergschrund misali çatlak ise uygun olmayan kar koşullarında burayı çıkmanın nelere yol açabileceğinin bir kanıtı. Kilit etaba geldiğimizde ise kayanın açık olduğunu görüyoruz, Sami ve Güçlü önden gidip emniyet aldıktan sonra etabı geçmek için sona kalan ben soğuktan zangırdıyorum. İpe girdikten sonra “boş al” diye bağırmak bile güç çünkü yüzüm donuk ve kelimeler yamuk yumuk çıkıyor ağzımdan. Tırmanışın kalan kısmı ise zirveye yürüyüş. Güneşi de gördükten sonra 10’da zirveye varıp, keyif çatıyor, manzaranın tadını çıkartıyoruz. İniş ise Mayıs’taki gibi biraz sorunlu oluyor. Çığ kulvarları üzerinden alçalma ve sonunda uzun bir etabı geri tırmanma. Etabın bu son kısmı bir hayli dikkat gerektiriyor. Yaklaşık 20 metrelik bir geri tırmanıştan sonra bir o kadar daha cam buz kaplı bir yamacı inmek gerekiyor. Nihayetinde vadiye iniyoruz ve mesut bir şekilde kampımıza doğru inişe başlıyoruz. Bu arada ne hikmetse yamaçlardaki kar sabahkinden daha sert ve buzlu. Tüm gücümle basamak açmaya çalışıyorum ama kar sadece çiziliyor. Bu şekilde devam ederken adımlardan birinde dengemi kaybediyorum ve hızlıca kaymaya başlıyorum. İlk tepki nereye doğru gittiğim; fena değil vadinin dibindeki çanak, e nasıl duracaksın?, kazmalar emniyet kemerine sokulmuş, yumruk? kar çok sert, batonlar? sol elimdeki benim 3 metre önümde yoluna devam ediyor, hızlı bir hamleyle sağ elimdekini kara saplıyorum ama nafile, allahtan o da elimden düşmüyor, daha güçlü bir hamle daha, bu sefer oldu. Ama kar mı çok sert yoksa ben mi abarttım? Baton ortadan ikiye ayrılmış ve kırıldığı keskin uçtan yamaca saplanabilmiş anca. Neyse 3 eurodan bir zarar gelmez. Dikkatli bir şekilde dengemi bozmadan karda basamak açıp doğruluyorum. Gereksiz bir akraksiyonu daha atlattıktan sonra yılbaşı gecesi ile ilgili planlar yapmaya koyuluyoruz. Alabalıkçıda ziyafet ve AKUT evinde uyumak yapılacak en iyi şey. 14’de kampa varıp, biraz dinleniyoruz, akşamsa dağ evine doğru yola koyuluyoruz. Balıkçıdaki ziyafet bizi kendimize getiriyor. Geceyi ise AKUT’un evinde dinlenerek geçiriyoruz. 1 ocak ise dinlenme günümüz. Çamardı’ya gidip günün keyfini çıkarıyoruz, havanın ve koşulların uygun olması nedeniyle yeni hedefimizi belirliyoruz; yine bir ilk çık çıkışı, K. Demirkazık Güneybatı Duvarı. Öğleden sonra kampımıza varıyoruz ve tırmanış için hazırlıklara başlıyoruz. Tam bu sırada önde jandarmanın arkada ise AKUT’un arazi araçları kampımıza ulaşıyor. Biz olan bitene anlam veremezken Selo’nun “size kötü bir haberim var” lafı ile Kocasarp kuzeye giden Alper geliyor aklıma. Oysa ki durum çok daha başkaymış. Hemen malzemelerimizi toplayıp, İstanbul’a haber veriyoruz ve ekibe katılıyoruz. Bundan sonrası ise her kazadaki gibi iç buruklukları, endişeler, keşkeler, inşallahlar… Her şeyin özeti ise Ahmet’in anmadaki cümlesi oluyor; “Bazen dağlar çağırır ve gitmek gerekir”. Hepsi bu, bir sonraki çağrıyı beklemekten başka yapacak bir şeyimiz yok.

Önder Bingöl